Kültürhane, edebiyat sohbetleri kapsamında bu hafta Hudut Dışı Öyküler kitabının barış bildirisi imzacısı akademisyenlerden oluşan yazarlarını ağırladı. Kültürhane’nin sürgündeki kurucularının birinin editörü, çoğunun yazarı olduğu kitabın konuşulduğu etkinlikte ihraç ve sürgün sürecinin yazma deneyimine etkileri aktarıldı.
Kitabın yazarlarından Hakan Mertcan, Eylem Çamuroğlu Çığ, Yasemin Karaca, Selim Çakmaklı, Bermal Aydın ve Melehat Kutun’un yurt dışından telekonferans yöntemiyle katıldığı sohbetin moderatörlüğünü Bediz Yılmaz yaptı.
Kitabın editörlüğünü üstlenen Hakan Mertcan, dünyanın dört bir yanından ihraç akademisyenleri buluşturan etkinliği “’Duvarlar bize vız gelir’in gerçekliğini yaşıyoruz” diye tanımlarken alıştıkları akademik dille değil de edebi dille yazmanın kendileri için “Yeni diller, yeni yollar açma” süreci olduğunu söyledi.
Temel olarak, kitap fikrinin ortaya çıkışı, akademisyen/yazarları yazmaya iten nedenler ve yazma sürecinin yazarlar üzerlerindeki etkisinin konuşulduğu etkinliği katılımcıların dilinden aktarıyoruz.
“HUDUT DIŞI ÖYKÜLER” FİKRİ NASIL ÇIKTI?
Hakan Mertcan: 2014’te Mersin’e geldim ve ‘Uzun bir Ankara yolculuğundan sonra anne kucağına, memlekete döndük. İktisadi İdari Bilimler Fakültesi… Türkiye’de arasanız bulunmayacak bir fakülteye gelmişim, birbirinden güzel insanlar, dostlar… Burada emekli olacağız’ fikrindeydim fakat 3 yıl sonra, 2017 Mart’ta üniversiteden atıldım. Yeni bir serüven başladı bizim için, bir anlamda yeni bir hayat başladı. Dilini bilmediğimiz bir coğrafyaya geldik ve küçük bir çocuk gibi kaldık burada, birçok şeyi yeniden öğrenmek zorunda kaldık. Ama Barış Akademisyenleri Almanya Derneği oluşumuyla Berlin’de toplantılarda bir araya gelmeye başladık. Herkesin yaşadığı sıkıntıların, özlemlerin benzer olduğunu gördük. Bunu kolektif bir emeğe dönüştürme ihtiyacı olduğunu düşündüm. Bu fikri ilk olarak yakın çevreme açtım. Tabii çoğumuz sadece akademik çalışmalarla meşguldük, edebiyatla haşır neşir olanlarımızın sayısı azdı.
Meltem Gürle dışında Kıvanç (Ersoy) cezaevindeyken bir öykü yazmıştı ve beni etkilemişti. Melehat’ın yazdığını gördüm, Bediz Yılmaz yazıyordu. Ben uzun zamandır çeşitli edebiyat dergilerinde yazıyorum ama çoğunluk sadece akademik çalışmalar yapıyordu. O akademik üslubun dışında edebi olarak deneyimlerimizi anlatmanın nasıl olabileceğini tartıştık ve ‘daha iyi olur’ fikrine vardık. 2018’in başıydı. Mayıs’ta artık 21 kişilik kalabalık bir kitle haline geldik, neticede 14 arkadaşla birlikte Hudut Dışı Öyküler’i okuruyla buluşturduk.
“ÜÇ HARFLİLER” VE “GAKLAMA İHTİYACI”
Bediz Yılmaz: Gurbette olmanın verdiği hissiyatla bu duyguları dışa vurma ihtiyacı oluyordu. İsmimizle cismimizle değil de anonim bir şekilde yapmayı istedik ve “Gurbetteki Akademisyenler” GAK kısaltmasıyla bir site kurduk. Simgesi de kargaydı. Bir “gaklama” ihtiyacı vardı ama o “gak”tan ne çıkacağını bilmiyorduk. Çok kısa, içimizden gelenleri yazıyorduk ama oraya yazmak hepimize çok iyi gelmişti. Herkes üçer harflik müstear isimler aldı. Üç harfliler biliyorsunuz cin göndermesi. Hayalete, “Avrupa’da bir heyula dolaşıyor”a göndermeydi aslında. Toplamda 15-16 kişi oraya zaman zaman yazılar verdik. Öykü kitabı fikri çıkınca oradaki yazıları koymak istedik ama Hakan buna müsaade etmedi, iyi ki de öyle yaptı.
KİTABIN ADININ HİKÂYESİ
Hakan Mertcan: İsim belirleme mevzusunda BAK’tan GAK’a mı geldik diye de konuştuk, barış akademisyenleri gurbetteki akademisyenlere mi döndü diye… Her aşamada fikir teatisi yaptık. Çeşitli isimler gündeme geldi ama Hudut Dışı Öyküler’de karar kıldık.
Melehat Kutun: Haddini Aşan Öyküler de güzeldi ama…
Hakan Mertcan: Evet, öyle bir isim de belirmişti ama Türkiye’deki arkadaşlardan bu isme hiç olumlu dönüş almayınca böyle oldu.
Melehat Kutun: “Haddini aşan öyküler” ismi bana çok daha sempatik gelmişti. Henüz edebi bir eser vermemişken kendi öznel mevzumuzu bizzat bu öykülerin malzemesi yaptık. İki türlü bir haddini aşma var, bir de genel durumumuz itibarıyla zaten sınır ötesinde olduğumuz için ona da referans veren bir isimdi.
YAZMA DENEYİMİNİN ETKİLERİ:
“BİR SIĞINAK OLARAK EDEBİYAT”
Melehat Kutun: Bu kitabın bence en önemli güzelliklerinden birisi bize, formel anlatımın donukluğunun ve çıplaklığının dışında anlatılamayanın anlatısı olarak edebiyatı bir sığınak şeklinde kullanma olanağını vermesiydi.
Buraya geldikten sonra daha fazla roman okumaya başladım ve daha fazla yazmaya başladım çünkü dili kullanmayı özlüyorum. Bu süreç attığımız imza metninin her defasında ne kadar değerli olduğunu da hatırlayarak insanın kendi dilinde konuşmasının ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bu çalışma, dilin kendi içinde, tüm duygusuyla, rengiyle ruhuyla konuşabilmeyi ve ifade edebilmeyi özlediğimiz için çok kıymetliydi.
“KENDİNİ TANIMA SÜRECİ”
Selim Çakmaklı: Hakan böyle bir öneriyle geldiğinde ilk başta yaparım gibi geldi ama sonra fark ettim ki zor, yapamıyorum. Hele kendinle ilgili bir şey yazmak zorunda olduğun zaman tıkandığımı hissettim. Şimdi ortaya çıkan şeyi defalarca okudum, yazdığım şey üzerine de yazmaya başladım çünkü şimdi olsam daha farklı yazardım. İnsanın kendisine karşı belki biraz daha eleştirel olması gerekiyordur. Bu anlamda yazmak insanın kendini tanıma süreci gibi oldu. Dolayısıyla bana farklı bir pencere açtı.
“YUVAYA DÖNMEK GİBİ”
Eylem Çamuroğlu Çığ: Okur olmanın laneti mi desem, yazarken insan kendinden nefret ediyor. Yazarken gördüm ki, biriken birçok şey dışarı çıkmayı bekliyormuş. Farklı coğrafyalardan birçok acıya tanıklık ettik, bu yüzden dışarı çıkmak isteyen bir sürü öykü olduğunu fark ettim. Olabildiği kadar onları aktarmaya çalıştım. Tarihe not düşmek, yaşananları bir parça kayıt altına almak gibiydi. Elimizden geldiğince o öyküleri dışarı aktarmaya çalıştık.
Kendi dilimizi çok özlüyoruz, ana dil büyük bir sığınakmış. O yüzden yazmaya çalıştığınızda yuvaya dönmek gibi hissediyorsunuz ve çok heyecanlanıyorsunuz, şu an olduğu gibi.
“YARAYI SAĞALTMA”
Bediz Yılmaz: Ben de bunun üzerinden şunu düşündüm: Bazı kitaplar insanın kendinden taşanları bir yerde biriktirmek için herhalde. Bizim kitap okurdan da bağımsız bizim bunları söyleme ihtiyacımıza denk düştüğü için önemli. Önce kendimiz için yazdık, okura giderse tabii o başka bir şey ama belki de Hakan için de fikrin çıkışı böyleydi. Önce kendimizi ifade etmek, duygudaşlarımızı bulmak, belli açılardan yalnız olmadığımızı görmek…
Hakan Mertcan: Biz burada buluştuğumuzda tabii kalabalık bir grubuz, özellikle de Mersin ekibi olarak… Bir araya gelince kendimizi bulduk. Konuşma ihtiyacı, yaşadıklarını birbirine anlatma ihtiyacı, ‘sen de mi bunları yaşıyorsun’ şaşkınlığı. Yarayı sağaltma diyoruz ya klasik ifadeyle. Anlattıkça rahatlama, sana musallat olmuş karanlıktan, bulutlardan kurtulmak… Bu illa yazılmalıdır dediğimiz durumlar, hisler vardır ya yani sanki biz onu anlatmazsak belki de hiçbir zaman anlatılmayacaktır o. Birçok yazarın motivasyonu da budur, böyle bir his de vardı.
“AKADEMİDE HARCANMIŞIZ”
Bermal Aydın: Hakan Hoca’ya verdiğim ilk yazı daha deneme türündeydi. Hakan Hoca “Böyle değil, daha öykü, daha edebi olmalı” dedi. Zorlandım ama yazdıkça çok sağalttığını fark ettim. Ana dil gerçekten bir sığınak. Diğer arkadaşların yazdıklarını da görünce dedim ki akademide harcanmışız galiba. Hepimizin üç aşağı beş yukarı aynı hislerden geçtiğini, aynı yalnızlığı hissettiğini gördüm. Farklı coğrafyalardayız ama yalnız değiliz… Yazdıktan sonra rahatladım, zehri akıtmak gibiydi.
Bediz Yılmaz: İnsan bir sürü şeyi gündelik hayatta normalleştiriyor. Ama üzerinden biraz zaman geçince, yazınca ve okuyunca bunların normal olmadığını görüyorsun, hissediyorsun. Bir kez bir gazeteci bana “Yaşadığınız trajediyi nasıl yorumluyorsunuz” diye sormuştu ve ben kalakalmıştım, “Trajedi mi yaşıyoruz gerçekten” gibi bir tepki vermiştim. İnsanın gündelik hayatını “trajedi” olarak adlandırması çok zor aslında o yüzden biz bunları trajedi olarak değil gündelik hayatı sürdürme çabası olarak yaşadık ama yazdığımızda biraz o trajedi kısmıyla da karşı karşıya geldik. Edebiyat gibi daha dolayımlayarak anlattığınızda insanın eli daha da özgürleşiyor. Hele ki anonim yazınca… Hakan’ın edebiyat zorlaması olmasaydı böyle olmayabilirdi. Çok başka biçimde düşünme, aktarma ihtiyacı ortaya çıkardı. Çok hoş bir deneyimdi.
Yasemin Karaca: Çok mağdur edebiyatı yapmadan burada neler yaşadığımızı mı anlatmamız gerekiyor, yoksa kendimize dair bir hikâye mi kurgulasak acaba diye Hakan’la bir süre tartıştık. Mağduriyet üzerinden değil de mücadele biçimi olarak değerlendirmek istedim. Biraz hüzünlü oldu belki ama biraz kurgu biraz gerçek bir şeyler çıktı.
‘HUDUT DIŞI ÖYKÜLER’İN YAZARLARI
Nota Bene Yayınlarından çıkan Barış Akademisyenlerinden Hudut Dışı Öyküler kitabında Hakan Mertcan, Eylem Çamuroğlu Çığ, Yasemin Karaca, Selin Çakmaklı, Habibe Şentürk, Aydın Bayad, Nil Mutluer, Kıvanç Ersoy, Meral Camcı, Zafer Yılmaz, Bediz Yılmaz, Bermal Aydın, Meltem Gürle ve Melehat Kutun’un öyküleri bulunuyor.