Burçak GÖREL
Tıp bize nasıl yaşayacağımızın sırrını verebilir mi? Sağlık tekeli kimin elinde? Her şeyin bir işe yaraması gerektiği saplantısından neden kurtulamıyoruz? Sağlıklı olma derdi nasıl bir takıntıya dönüştü? Popüler ve medyatik olma savaşıyla hayatımıza sokulan özel sağlık reçeteleri bize çare olabilir mi?
Tüm bu sorular ve daha fazlası Kültürhane Sağlık Sohbetleri’nde Türk Tabipleri Birliği (TTB) üyesi, T24 yazarı, Doç. Dr. Osman Elbek ile yazarı olduğu “Sağlığın Sosyal Hali” kitabı ışığında masaya yatırıldı. Mersin Tabip Odası Başkanı Dr. Mehmet Antmen’in sorularını yanıtlayan Dr. Elbek, kavramsal tartışmalardan ziyade gündelik hayatın olgu ve yaşanmışlıklarını temel alarak her değerin fiyata kurban edildiği bir uygarlıkta, insanı ve sağlığı toplumsallık ilişkisi içerisinde aramaya çalıştı. “Sağlığın ne olduğu ile bedenin ne hâle geldiği” arasında güçlü bir bağ olduğunu ifade eden Elbek, bunların yaşadığımız toplumsal sistemdeki konumlarımızla yakından ilişkili olduğuna dair güncel örneklere başvurdu.
“Barış sağlıktır”
Elbek konuşmasına “Bu ülkede bunu söylemenin bedeli ağır ama söylemek lazım” dediği bir konuya değinerek başladı. Elbek’e göre silahın olduğu yerde sağlık olmaz ve sağlık isteniyorsa eğer önce barışta ısrar edilmeli. Çünkü barış sağlıktır. Özellikle coğrafyanın kader sayıldığı günümüzde, savaşın seslerini oldukça yakından duyduğumuz bu topraklarda…
Elbek’in kitabında da belirttiği gibi savaşın tahribatının televizyonlarda gösterilmediği noktada elimizde savaş meydanında bulunan hekimlerin tanıklığı kalıyor. Gerçek sağlık, hekimlerin “insan kalmaya çalışmak”, “aynada gördüğü kişiden utanmamak” için “Savaşa Hayır” diyebilmesi, bunu dedikleri için terörist sayılmaması ve kapılarının sabaha karşı kırılmamasıdır.
‘Sağlık hizmeti’ sağlık için yeterli mi?
Çoğu hekimin ve tıp fakültelerinin ayrımını hakkıyla ortaya koyamadığı bir probleme parmak basıyor Elbek. “Sağlık hizmeti ile sağlık aynı şey midir?” Elbek’e göre yaşanan pek çok problemin kaynağı bu sorunun doğru cevaplanamamasından, sağlığın salt sağlık hizmetinde aranmasından kaynaklanıyor.
Elbek, tıbbı insanları çok iyi çözmüş, tarihin gelmiş geçmiş en büyük otoritelerinden olarak tanımlıyor. 21. yy’da, bu denli bilgiye rağmen tüm insanlığı paniğe sürükleyebilen sağlık tehlikesinin tek muhatabı tıp, insanlara antik çağdan beri “Sizi kurtarabilirim. Bana inanın!” diye sesleniyor. Elbek, bedenlerini partnerleri dışında sadece tıp otoritesine açan insanlardan ve bu bedenleri hiçbir mahremiyet kaygısı gütmeksizin otoritesi altına alan, gücünü kullanan tıp alanından bahsediyor. Elbek’in bir hekim gözüyle ortaya koyduğu tespit elbette birçok soruyu cevaplıyor. Ancak Elbek yeni bir soruyla okları ‘sağlığın sosyal hali’ ne çeviriyor: “Peki tıp bu gücü nerelerde kullanıyor?”
Sorunun cevabı Elbek için oldukça açık: “Tıp daima egemenlerin elindedir ve onun çıkarı neredeyse orada kullanılır.” Elbek’in verdiği örnekler soruya verdiği cevabı doğruluyor… Örneğin, Amerika’da kölelerin kaçma sebebinin karaciğerlerinden salgılanan özel bir salgı olduğu düşünülüyor. Dönemin tıp otoritesi bu düşünceyi onayarak tedavi yöntemini derhal belirliyor. Tedavi yöntemi; kölelerin ayak baş parmaklarının kesilmesi. Aynı şekilde tıp tarihi “eşcinsellik tedavisi” adı altında elektrikle işkence uygulanan insanların hikayeleriyle dolu. Tüm bu uygulamaların altında da tıp otoritesinin imzası mevcut.
“Kadın olabilmek Hipokrat için hastalıktır”
“Tıp daima egemenlerin elindedir ve aslolan beden erkek bedenidir” diyor Elbek. Bir erkek bedeni üzerinden şekillenen tıbbın gelişimini “erkek bedeninde bu böyleyse, kadında biraz daha azdır dediler. Cadıları yaktılar. Kadınların tüm tarihini tıp olgusundan temizlediler. Kadın olabilmek Hipokrat için hastalıktır” diye anlatıyor.
Elbek, elinde bunca güç bulunduran ve güçlülerin yanında olan tıp otoritesinin yapabildikleri kadar görmezden gelinen, bireyselliğe itilen pek çok kavram ve uygulamadan da bahsediyor. Biyomedikal sağlığın iflah olmayacak düzeyde derin bir kriz yaşadığı bugünlerde, üretim biçimi, gelir, sınıflar, kimliklerle sağlık arasındaki ilişkiyi, insanlar arasındaki rekabet – dayanışma, normlara uyum – çatışma ve egemen değerlerin kabulü – reddi konularını mercek altına alıyor.
“Yoksulluk, gelir, kimlik, genetik… Her şeyi unutalım; her şeyin sorumlusu sizsiniz!”
Kentleri kuşatmış olan hava kirliliği, maden arama faaliyetlerinin doğayı katletmesi, sanayi bölgelerindeki kanser oranlarının yüksekliği, genetiği değiştirilmiş gıdalar, orman yangınları, sığınmacılar, salgın hastalıklar, yoksulluk ve gıdaya erişememe, sağlık hizmetlerinden faydalanamamak…
“Her şeyi unutalım; her şeyin sorumlusu sizsiniz!” diyen bir sistemin sağlık alanındaki varlığını anlatıyor Osman Elbek.
-“Sihirli rakamları bilirsen her şey senin elinde!”
-“Mutluluğun formülünü biliyor musun?”
-“100 yaşına kadar yaşamak için bunları denemelisin?”
-“Pozitif yaşamanın 11 sırrı!”
-“Mucize doktorunla tanıştın mı ?”
-“Günde 35 dk yürümelisin!” (40 fazla, 30 az, tam 35)
Elbek sistemin fiyat ve rakam belirlediği sağlığı, kişinin her şeyini elinden alıp, her şeyin onun elinde olduğunu iddia eden yaklaşımı, reklam jingle’ları, sabah programları, haber bültenleri eşliğinde anlatıyor. “Artık her şey tıbba dair, ama her şey tıp dışında” dediği ne varsa açıklıyor. Hastanelerin insanların ölümüyle sonuçlanan yüz nakli savaşlarını, 11 yaşındaki kız çocuklarının başvurduğu “vajina estetikleri”ni, daha çok popülerlik ve medyatiklik uğruna hayatımıza salınan “mucize doktor”ları, her derde deva “özel sağlık reçeteleri”ni ….
Yalnızlığa çare, vicdanlara rahatlık: Ölüm Evleri
Elbek, yabancılaşma ve ticarileşmede gelinen son noktayı dünyadan çarpıcı bir örnekle açıklıyor. Evinde ölen insanların giderek azaldığı, insanların beyaz önlüklü hekimler arasında hastanede ölmek zorunda hissettiği günümüzde pazarlanan Hospice Merkezleri yani “ölüm evleri” ile. Elbek’in anlatımına göre, ölmek üzere olan insanların yakınları tarafından, belirli bir ücret karşılığında bırakıldığı ölüm evleri “yalnız” ölmek istemeyen yaşlılara çare, onlarla ilgilenemeyen yakınlarına ise vicdan rahatlığı vadediyor. Hasta yakını, hastanın anlık sağlık bilgilerine telefonuna yüklediği bir uygulama ile ulaşabiliyor, hasta ile ilgilenen “ölüm ebesi” ile irtibat halinde oluyor.
“Kapitalizm kendi yarattığı her türlü rezilliği tedavi etmeye çalışıyor” diyor Elbek. Bu süreçte metalaşan bedenleri de görmezden gelmiyor, ekliyor; “Ölü beden ticareti, canlı yayınlanan ameliyatlar derken beden mal haline geldi, bu sebeptendir ki bir babaya oğlunun cansız bedeni “teröristtir” diye PTT Kargo ile gönderilebiliyor.”
“Nice Kültürhane’lere…”
Son olarak rakamlara, formüllere sığdırılmaya çalışılan, ticaret, ölçülülük ve rasyonalite arayışıyla hayatlarımıza sızan tüm yaklaşımlara karşı çıkmanın değerine dikkat çekiyor Osman Elbek. “Bir insan ömrünü neye vermeli? Harcanıp gidiyor ömür dediğin” sözleriyle bitiriyor söyleşisini. Ve ekliyor; “Tüm bunlara karşı çıkabilen mekanlarımız bizim mekanlarımız. Bizim daha çok Kültürhane’ye ihtiyacımız var.” Sonrasında bu söyleşiyi mümkün kılan kitabını imzalıyor. “Nice Kültürhane’lere…” notuyla.