Bir Hayata Üç Göç Sığdırmak: Fatima Şeyh Abdi’nin hikayesi

Fatima Şeyh Abdi

Burçak GÖREL

Kültürhane, Maya Derneği’nin düzenlediği “Göç(men) Hikayeleri” serisinin ikincisinde Fatima Sheikh Abdi’yi ağırladı.  Fatima bir hayata sığdırdığı üç ayrı göç hikayesini, hayatının kırılma noktalarını ve Afrin’den Mersin’e uzanan yolculuğunu anlattı. Yasakla iç göçü, savaşla ise dış göçü yaşayan Fatima, çok kimlikli “ötekiliğinin” gölgesinde hayatta ve ayakta kalmanın hikayesini dinleyenlerle paylaştı.

Fatima, Suriye’nin Afrin şehrine bağlı Midanki köyünde dünyaya gelmiş Kürt bir kadın sanatçı. Hikayesini anlatmaya başlamadan önce geldiği yere, çizdiği resimlere ve hayatına dair fotoğraflardan oluşan bir videoyla başlıyor söyleşisine. En çok da Midanki ve Afrin’e dair fotoğraflar… Zeytin ağaçlarının kapladığı, üzüm salkımlarının dallarını kırdığı, doğal güzellikleriyle göz dolduran bir köy Midanki. Sonradan öğreniyoruz, Fatima da en çok doğasını severmiş oraların; hatta bu sebeptendir ki aslında ufak bir seyahat için geldiği Mersin’e yerleşme kararı almış. Biraz köyüne, biraz da Afrin’e benzetmiş Mersin’i. “Mersin küçük yer” diyor Fatima. Hatta “Bu kadar küçük bir yerde bu kadar çok Suriyeli… Mersinlileri de anlıyorum” diye ekliyor. Fatima bu sözleriyle bize bir zamanlar unuttuğumuz, belki bizden alınan, çalınan, unutturulan bir şeyi hatırlatıyor. Bir arada yaşayabilmek için ihtiyacımız olan yaklaşımın ve kurulacak dilin reçetesini…

Fatima’nın bildiği diller, göçtüğü yerler gibi; epey kalabalık. Anadili Kürtçe. Arapça, Soranice, Türkçe… Bir de İngilizce. O kendini en rahat ifade ettiği dille, Arapça anlatmak istiyor hikayesini. Fatima’nın göç hikayesini, onun diliyle Hale Younso’nun çevirisiyle dinliyoruz…

İlk göç: “Kürtlere eğitim vermek yasaktı”

Fatima’nın ilk göçü, bu topraklarda yaşayan insanlar için oldukça tanıdık bir hikayeye dayanıyor. Afrin’in doğusunda kalan Midenki isimli bir Kürt köyünde, öğretmen bir babanın kızı Fatima. Ailenin ilk göçü ise, çocukların öğrenim hakkına engelleyen, öğretmenleri ise mesleklerini icra etmekten alıkoyan bir yaklaşımın ürünü… O yıllarda Suriye’de Kürtlere ve Kürtlerin yaşadığı bölgelere eğitim vermek yasak. Bu nedenle Fatima ve ailesi 1990 yılında, Fatima henüz dokuz yaşındayken köyleri Midenki’yi terk edip Halep’e göç etmek zorunda kalıyor. Halep çoğunluğunu Arap nüfusunun oluşturduğu büyük bir şehir. Fatima Halep’teki ilk zamanlarını “Karşımıza çok fazla zorluk çıktı. Arap toplumuna uyum sağlayabilmek bizim için çok zordu. Ama yine de Halep de benim ülkem. Zamanla buraya alıştım.” diye anlatıyor.

Halep’te eğitim görmeye başlayan Fatima, 2000 yılında liseden mezun oluyor. O dönem Halep’te henüz Güzel sanatlar Yüksek Okulu olmadığı için özel bir enstitüde eğitim almak zorunda kalan Fatima, 2001 yılından itibaren ise hem okuyor hem de grafik tasarım alanında çalışmalarına başlıyor. 2006 yılında Halep’te Güzel Sanatlar Yüksek Okulu açılmasıyla beraber yeniden okumaya başlıyor ve 2007 yılında birinci sınıftayken evleniyor, eşi Suriye İnsan Hakları Derneği’nin avukatlarından. Fatima’nın eşi 2008 yılında yine bu coğrafyada hak savunucularının yabancı olmadığı bir siyasi baskı ile karşı karşıya kalıyor. Fatima’nın eşi ve muhaliflerden olan kayınpederi hakkında tutuklama kararı çıkıyor. Bu karar ile Halep’te yaşamaya yeni alışmış, üstüne eğitimi ve kariyeri için önemli adımlar atmış Fatima için yeni bir göçün kapısı açılıyor. Hem de daha yakıcı sonuçlar doğuracak bir dış göç. Halep’ten Erbil’e doğru…

İkinci göç: “Göçmen olmak her yerde zor”

Erbil’de yaşam Fatima için bir önceki deneyiminden çok daha zor oluyor. Fatima ilk dış göçünde yaşadığı bu diasporayı “Yaşadığımız en büyük sorun dildi. Bizim konuştuğumuz Kürtçe’den çok farklı olan Soranice konuşuluyordu. Soraniler Kürtleri ikinci sınıf insan olarak görüyordu. Üç ayda bir kimlik yenilemek ve ikametgâh bildirimi yapmak zorundaydık. Göçmen olmak her yerde zor.” diye anlatıyor. Yaşadığı psikolojik durum, dil sorunu ve yabancılık sebebiyle evden çıkamayan Fatima, sonrasında “Evde oturmak bir işe yaramayacaktı” diyerek her şeye rağmen üniversiteye başvuruyor ve Selahaddin Üniversitesi’ni kazanıyor.  Ona şimdiye kadar çok da güler yüzlü ve adil davranmayan hayata sıkıca tutunuyor ve okurken aynı zamanda tasarımcı olarak başladığı işinde yönetici oluyor.

Fatima’nın azmi ve mücadelesine inat hayat olağanca hoyratlığıyla akmaya devam ediyor. Hani derler ya “Geldiği yer insanın peşini bırakmaz”; işte tam da o misal Fatima gurbette yeni hayatını ilmek ilmek örerken arkasında bıraktıkları sanki ona inat sökülüyor… 2011 yılında Fatima henüz Erbil’deyken Suriye rejimi tarafından tutuklanan, içlerinde Fatima’nın kayınpederinin de bulunduğu yüzlerce kişi açlık grevine başlıyor. Fatima, eşi ve arkadaşları Erbil’de yaşayan Suriyeli gençler olarak ““Ölümün rengini onlardan uzak tutun, onların rengi özgürlüğün rengidir.” diyor ve greve katılıyorlar. Şam’da başlayan ve protestolar ve Suriye’de başlayan baş göstermeye başlayan savaş sonucu rejim atmosferi sakinleştirmek adına bazı tutsakları serbest bıraksa da Fatima’nın yaşadıklarını, yaşayacaklarını değiştirmeye yetmiyor. Fatima’nın kayınpederi tahliye olmasına rağmen ülkesini terk etmiyor ve sokakları dolduran protestoculara katılıyor. 7 Ekim 2011 tarihinde öldürülüyor. Sanki bir ülkenin, birçok milletin yaşayacaklarının habercisiymiş gibi…

Yaşadıkları acı kaybın ve ülkelerini sarmaya başlayan yangının ateşi Fatima ve eşinin Erbil’deki hayatını daha da yaşanamaz hale getiriyor. Hayata ne kadar tutunsalar da “yabancı” olmanın yakıcılığını yeniden hissediyor, dışlanıyorlar.  Fatima “İş arkadaşlarımız, sosyal çevremiz, ev sahibimiz… Herkes tarafından dışlandık. Siyasi ve sosyal bir baskıyla karşılaştık. Kaçmak zorunda kaldık.” diye anlatıyor yaşadıklarını. Kapılarına dayanan ateş yeni bir göçün eşiğine sürüklüyor  Fatima’yı. Yaşamlarımızın kesiştiği hikayeye: Erbil’den Türkiye’ye…

Üçüncü göç: “Sadece merhaba ve nasılsın demeyi biliyorduk”

Fatima, Suriye’de büyük göçün henüz tüm yoğunuyla başlamadığı bir dönemde geçiyor Türkiye’ye. Birçok göçmenden görece farkları var Fatima’nın. İyi eğitimli, çok kimlikli, aktivist bir kadın sanatçı Fatima. Pek çok akrabasının yaşadığı Almanya’ya gitmesi için Almanya Konsolosluğu tarafından bir davet alıyor. Gitmiyor Fatima. Artık olmadığını söylediği bir umut var var çünkü içinde; Suriye’ye ve ailesine geri dönme umudu. Ailesinin bir kısmı hala Suriye’de. Babası, evini ve ülkesini bırakmak istememiş. Bu yüzden gitmiyor Fatima Almanya’ya. Gitmiyor ve üstüne binlerce insanın akın akın kaçtığı Suriye’ye kaçak yollardan giriş yapıyor. Ailesini görmek için… Yalnızca on gün kalıyor ve Türkiye’ye dönüyor. Sırasıyla Ankara ve İstanbul’da kısa bir süre yaşadıktan sonra seyahat etmek amacıyla Mersin’e geliyor. Mersin küçük yer. Biraz Midenki’ye biraz da Afrin’e benzetiyor Mersin’i Fatima. Seyahat etmek yetmemiş olacak ki 13 Aralık 2012 tarihinde Mersin’e yerleşiyor.

Fatima’nın Türkiye’deki göçmenlik hikayesi, Türkiye’de yaşayan milyonlarca göçmenin uzun yıllardır yaşadığı, Türkiyelilerin ise sayısız kez sokakta karşılaştığı, gazetede okuduğu, komşusunda gördüğü hikayeye oldukça benziyor. En büyük sorun dil. “Türkiye’de hayatımızı en çok Türkçe bilmemek zorluyordu. Geldiğimizde sadece “merhaba” ve “nasılsın” demeyi biliyorduk. Mersin’e geldikten sonra Türkçemi geliştirmeye başladım.” diyor Fatima. Mersin’de Türkçesini geliştirmeye başlamasıyla birlikte “bir şey yapmalı!” diyor ve yine her şeye rağmen artık bildiğimiz, tanıdığımız Fatima’ya dönüşüyor. Türkiye’de iş olanakları çok az. Suriyeli göçmen bir kadın için çok daha az. İlk olarak çocuklarla birlikte etkinlikler düzenleyen bir dernekte gönüllü olarak çocukların yüzlerine resim yapmaya başlıyor Fatima. Şehri ve insanları tanıdıkça kendi işine kurmaya karar veriyor. Belki de yıllardır Mersin’de yaşayan, Mersin’in yerlisi olan birinin bile karar verirken yüz kere düşüneceği bir şey yapıyor ve eşiyle birlikte çir çiçekli açmaya karar veriyor. Elindeki maddi manevi tüm imkanları kullanarak açıyor “Vilnius Çiçekçilik”i. Mersin’ de “yabancı” ya; o yüzden tüm kaidelere nasıl olduğunu uzun uzun anlatıyor Fatima. Çiçekçiler Odasına ve Ticaret ve Sanayi Odasına hemen kaydoluyor. Fatima tüm kaidelere uyuyor uymasına da hesapta olmayan, tüzükte yazmayan bazı kaidelerden ve kalıplardan kaçamıyor…

 “Kalıplaşmış bir yargı vardı Suriyeli kadınlara dair”

Vilnius Çiçekçilik’le beraber Mersin’in iyisiyle de kötüsüyle de karşılaşıyor Fatima. Dükkanına girip alışveriş yapıp gidenler de oluyor, bozuk Türkçesinden Suriyeli olduğunu anlayıp çıkıp giden de. Tanıştığı insanların ilk olarak her aynı soruları sorduğunu söylüyor Fatima. İlki “Ne zaman başörtünü çıkarttın?” ikincisi ise “Sigara içmeye ne zaman başladın?” Göçmen’in birbirine benzeyeninden de, kendisine benzeyeninde de, kimselere benzemeyeninden de rahatsız insanlar… Tüm bu rahatsızlığa rağmen üç yıl boyunca çiçekçisiyle kente renk katmaya ve güzel kokular saçmaya devam ediyor Fatima. “Herkeste bir şekilde aynı fikir oluşmuştu. Kalıplaşmış bir yargı vardı Suriyeli kadınlara dair. Oysa biz öyle değiliz. Birçok Suriyeli kadın var; kitap okuyan, bilinçli, yazar, şair, oyuncu…” diye anlatıyor hissettiklerini.

 “Sonrası işsizlik…”

Fatima ve çiçekçilik dükkanı, Mersin’in yargısına, önyargısına, iyisine kötüsüne dayanıyor ama Türkiye’nin durmadan çalkalanan, fırtınalı ekonomisine daha fazla dayanamıyor. Üç yılın sonunda Vilnius Çiçekçilik’i kapatmak zorunda kalıyorlar. İşsiz kalan Fatima bir süre sonra -kendi deyimleriyle- “Başka türlü bir dünya özlemi çekenlerle”, Yuva Derneği ile tanışıyor. Yuva Derneği sayesinde ise yolunun Kültürhane’ye düşmesini sağlayan arkadaşları; Volkan, Hale, Özgür ve daha birçoğu ile. Bir süre dernekte tercüman olarak çalıştıktan sonra proje bitiyor. Sonrası işsizlik… Üç ay boyunca başka bir dernekte tercümanlık yapıyor. Sonrası yine işsizlik… Giderek durumlar kötüye gidiyor. Bir süre sonra derneklerde iş bulma şansı da kalmıyor, çünkü dernekler yasa gereği T.C. vatandaşı olmayanları çalıştıramıyor. Yedi yıl boyunca iki ayrı kurumda çift lisans yapmış, yıllar boyu alanında tecrübe edinmiş, yöneticilik yapmış, kendi işletmesini kurmuş, beş dil bilen, genç bir kadın sanatçı olan Fatima Mersin’de iş bulamıyor. 2018 yılı boyunca işsiz kalıyor. Ne işyeri sahibiyken her ay vergisini ödediği devlet, ne de işyeri açmak için kuyruklarında bekleyip harç ödediği kurumlar Fatima işsiz kaldığında ona çare olamıyor. Fatima bu durumu “O zaman param vardı, ama şimdi paraya ihtiyacım var. Tüm bunlar o yüzden…” diye açıklıyor.

2019 yılında yeni bir iş buluyor Fatima, özel bir okulun duvarlarına resimler çiziyor. Belki de en iyi bildiği, yıllarını verdiği işi yapıyor. Sanata yıllar sonra bir adım yaklaşıyor. Ama artık sanatın iyileştirici gücüne inanmıyor Fatima. Yaşadıklarını gerçek anlamda sanatla ifade etmek istemiyor. Duvarlara resim çizmek onun becerisi, bundan para kazanıyor ama fazlası için “Birçok Suriyeli sanatçı var. Yaşadıklarını sanata, örneğin fotoğrafa dönüştüren sanatçı. Ama arada yaşanmışlıklar var. Bir küçük gülümsemenin fotoğrafını çekmek ne kadar gülümsetiyorsa, arkasındaki hüznü görebilmek bir o kadar acıtıyor beni. Psikolojik durumum resim çizmeme izin vermiyor.” diyor. Yıllarını sanatla geçirmiş Fatima’nın hislerini ve isteklerini bu denli değiştiren hayat, onun duvarlara resimler çizmesine dahi izin vermiyor. İşi için şehir dışına çıkması gerekiyor ve yine T.C. vatandaşı olmadığı için yol izni alamıyor. Yıllar öncesinde hiç istemezken koyulmak zorunda olduğu yollar, bugün tam da gitmesi gerekirken kesiliyor. Türkiye’de göçmen olmak, Fatma için bir kez daha “kalıplarda yaşamak” anlamına geliyor…

“Bizim hayatlarımız artık siyasetin konusu”

Belirsizlik, değişen kurallar, çalışma izninin olmaması, seyahat özgürlüğünün olmaması… “Biz yaşamımızda ileriye dönük planlar yapamıyoruz. Bugün bir kural çıkıyor ve hayatımız değişiyor. Bizim hayatlarımız artık siyasetin konusu.” diye özetliyor Fatima Türkiye’deki hayatını.

Hayatının rotası elinden çalınmış gibi olarak, yine empati kuruyor, “Kimse bu gibi şeyler yaşamak istemez hayatında.” diyor ve devam ediyor: “Ben de istemezdim. Evet bu yaşadıkların benim kişiliğimi şekillendirdi. Daha güçlü daha sabırlı oldum. Tecrübelerim var. Ama yedinden yaşamak ister miydim? Hayır. Ama yine de tüm bunlar olmasaydı şu an olduğum insan olmazdım.”

Anlatmaya devam etse günlerce süreceğini söylediği Hikayesini böyle bitiriyor Fatima. Fatima hikayesiyle savaşın, baskının, mücadelenin ve göçün farklı boyutlarını düşünmeye iten derin bir tartışmaya sebep oluyor. Kültürhane’den, bu coğrafyanın, Mersin’in, Maya’nın içinde barındırdığı farklı milletlerin dilleri yükseliyor. Kürtçe, Türkçe, Arapça soruyor, konuşuyor insanlar… Bir göçmen belki de kendisinin içinden defalarca kez cevapladığı soruların cevabını istiyor Fatima’dan. Bir Mersinli Fatima’nın Mersin sokaklarında neler yaşadığını merak ediyor. Fatima, Afrin’de Kürt olmanın, Halep’te muhalif olmanın, Erbil’de Suriyeli olmanın, Türkiye’de göçmen olmanın; bir de üstüne tüm bunları bir kadın olarak yaşamanın, hissettirdikleri ve getirdikleriyle anlatıyor. O anlattıkça diller birbirine daha çok karışıyor, bizler daha çok yaklaşıyoruz; birbirimizi anlamaya. Sonra ayrılıyoruz Kültürhane’den, Fatima’nın Mersinlileri anlayabilen naifliğinin içimize attığı tohumla. Bir sonraki Göç(men) hikayesinde yeniden buluşmak üzere…

Related

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *