Sema UĞURLU CANPOLAT
İngiliz Kaptan Beaufort 19.yy başı Akdeniz kıyılarına gerçekleştirdiği keşif gezisi sonrası yazdığı yapıtında Mersin’i şöyle tanımlar: ‘Küçük bir ırmağın yakınında kıyıdaki birkaç kulübeye yerlilerin Mersyn adını verdikleri yer…’
Beaufort’un gezisinden 20 yıl sonra Mısırlı İbrahim Paşa Çukurova’yı işgal etmiş, tarımın gelişmesi için çalışmalar yapmaya başlamıştı. Artan tarımsal üretime paralel olarak Mersin’de kurulmaya başlanan ahşap kazıklı iskeleler Mersin’in tarih sahnesine çıkmasında önemli etken olmuştur. Tren istasyonundan kente gelen ürünler kıyıya paralel bir caddeden (İstasyon Caddesi) taşınarak iskelelere dağıtılıyordu. İskelelerin çocuğu Mersin artan iş hacmi ve nüfusuyla yapılaşmaya, şehrin mimari kimliği de bu dönemde oluşmaya başlamıştı. 1938’de H. Jansen hazırladığı planda şehrin öncelikle bir liman şehri olduğunu dolayısıyla yoğun bir ticari faaliyet ürettiğini ortaya koymuş, mevcut kent merkezinin korunması gerektiğini belirtmiş, Mersin’i deniz ile direkt ilişki kuran bir şehir olarak tanımlamış, konut ağırlıklı gelişme bölgelerini de bahçe şehir anlayışı ile tasarlamıştı.
1963 yılında merkezi idare tarafından hazırlanan planda tarımsal toprağın korunması amaçlanmış, ancak ne kadar geniş yol o kadar yüksek bina mantığıyla şehrin siluetine ilk darbe vurulmaya başlanmıştı. 1985 yılında yerel yönetimin hazırladığı planlar kent bütününe yönelik olmamış, bölge veya parsel bazında çalışmalar yapılmıştı. Bu şu anlama gelmekteydi, yolunu bulan parseline çevresi ile uyumsuz yüksekliklerde bina yapabilecekti. Buna izin verilince etrafındaki parseller de aynı hakkı almak için uğraşacaktı. Ne kent silüeti ne çevre ile uyum, Jansen’in üzerine basa basa belirttiği denizle ilişki kimsenin umurunda olmamış, sahillerimiz doldurulmuş Mersin denizden koparılmış, güzelim narenciye bahçeleri yerini yüzme havuzlu sitelere bırakmaya başlamış, şehir çoktan kimliksiz bir beton yığınına dönmüştü.
2020 yılında hâlâ kent bütününü ele alan, kentin potansiyellerini değerlendiren, iklim krizini umursayan, ekolojik endişeleri olan, tarım alanlarını koruyan, kentin gelecek vizyonunu çizen bir kent planı yok Mersin’in. Bir arkadaşım sohbet sırasında ‘İtinayla katledilmiş kent Mersin’ dedi. Sizce de öyle değil mi?