Ulaş Bayraktar
Size de olur mu bilmiyorum; öve öve bitirilmeyen, yerlere göklere sığdırılmayan bir filmi, bir mekanı, bir yeri gördüğümde genelde öncesinde kulağıma çalınanların büyük ölçüde abartılmış olduğu hissiyatını taşırım. Bazen de az bile söylenmiş diye düşünürüm. Paris’i gördüğümde hissettiğim tam da buydu: büyük bir hayret ve hayranlık.
Paris’le tanıştığımdan beri güzelliğin temel iki çeşidi olduğunu düşünüyorum: doğal olan ve emekle üretilen. İstanbul doğal olarak çok güzel bir kenttir mesela. Denizleri, Boğazı, Haliç’i, tepeleri, koruları, ormanları doğal olarak muhteşem bir coğrafya. İnsana dair olan kısımlarını çıkarırsanız bazı güzelliklerden mahrum kalacağınız kesin ama son tahlilde şimdikinden çok çok daha göz alıcı bir manzara ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Sözün özü, İstanbul’un nesli tükenmekte olan güzelliği doğal bir güzelliktir.
Oysa Paris’ten insan emeği unsurları çıkardığınızda bir ovada akan bir ırmak kalır. İstanbul’daki gibi nefesinizi alan ne bir Boğaz vardır ne de gün batımı… Ama meydanları, binaları, parkları ve müzeleri ile Paris, insanoğlunun zekası, hayal gücü, mahareti, sabrı ve iradesi ile ne güzellikler yapıp, bunları korumasını nasıl bilebileceğinin vesikası olarak kendine hayran bırakır.
Artık Paris’in bu güzellikleri Paris’in en meraklı, malumatlı ve keyifli rehberi tarafından Kültürhane’ye taşınıyor. Sevgili Emre Ülker ile başladığımız “Bize Her Yer Paris” serisi ile Paris’in taşını, parkını, tarihini, sanatını her cuma Kültürhane’ye taşıyoruz.
Emre Ülker kendi evimizde, elimizden tutup, bizi sokak sokak Paris’e, bina bina, meydan meydan caddelerine, tablo tablo, heykel heykel müzelerine taşıyor. Bir kenti ona aşık bir rehberin eşliğinde geziyor, tanıyoruz.
Paris’i konuşurken sadece Paris’i de konuşmuyoruz elbette. Bir ülkenin hatta bir kıtanın tarihinin kalbinde bir kenti konuşmak insanlık tarihini hatırlamayı, müzedeki bir tablo, bir heykel sanat akımlarını, dönemlerini konuşmayı gerektiriyor; bir sokak isminden edebiyat, bir köprü manzarasından sinema eserlerine dalıyoruz. Bir restoranın menüsü ile şarabın, bir kafede kahvenin tarihini hatırlıyoruz.
Tüm bu dalıp gitmeler, hayretler içinde aydınlanmalar bir feylesof ve sanat tarihi meraklısının mihmandarlığında olunca duyup, gördüklerimiz de sansasyonel rehber gevezeliklerinden uzak, bir açık ders mahiyeti kazanıyor.
Emre Ülker, Paris’i gezdirme bahanesiyle bizi uygarlık tarihinin, sanat akımlarının, felsefi tartışmaların içine daldırıyor. Haftalık koşturmacalarınızın arasında ayıracak bir saatiniz varsa, buyrun birlikte Emre ile Paris’e gidip, insanlık ve sanat tarihi içinde kısa bir gezinti yapalım. Paris’e nasıl olsa günün birinde yolunuz düşer ama bu malumatlı zaman yolculuğu her zaman nasip olmayabilir.
Pandemi günlerinde iyisi mi siz de evde kalın, Emre Ülker ile Paris’e gelin, bizimle uygarlık tarihi içinde gezinin.