Bediz Yılmaz
Sakin Köşe’de her bir bireyin ekoloji açısından yapacağı ufak da olsa çok kıymetli şeylerin olduğunu göstermeyi ve biraz da cesaret vermeyi amaçlıyorum. Bu yazıda ise bireysel olanın ötesine geçerek kolektif bir şekilde yapılabileceklere dair fikirler ve yerel yönetimler ile ekolojik bir dönüşüm için kurulacak işbirliklerine dair örnekler vermek istiyorum. Bu amaçla, Ulaş Bayraktar ile birlikte Yurttaşlık Derneği için kaleme aldığımız ve Ocak 2020’de yayımlanan Yeni Katılımcı Pratikler: Paylaşan, Dönüştüren, Dirençli Dayanışma Kentleri başlıklı rapordan geniş bir özet sunacağım.
Ekolojik kriz dünyanın her tarafını aynı şekilde vurmuyor şüphesiz, ancak karşılaşılan sorunların bütün toplumları tehdit ettiği de inkâr edilemez. Önceden tahmin edilmesi mümkün olmayan dev ölçekli afetler, kuraklık, tarımda zehirlerin yaygın kullanımı sonucu toprağın ve insanların hastalanması, Covid-19 gibi vahşi yaşam alanlarının tahribatı ile doğrudan ilişkili salgınlar, küresel ısıtmanın öngörülebilir ve öngörülemez küresel etkileri… Tüm bunlar karşısında daha dirençli toplumlar ve kentler oluşturulması için yurttaş topluluklarının yerel yönetimlerle işbirliği içerisinde geliştirdikleri politikaları incelediğimiz raporda dünyanın pek çok ülkesinden çok sayıda ilham verici uygulamaya yer vermeye çalıştık.
Bu köşede yerimiz biraz dar olduğu için sizleri raporun tam metnini incelemeye davet edip kendimce en etkileyici bulduğum deneyimleri paylaşayım.
Gıda alanındaki yenilikçi ve katılımcı uygulamaların dünya genelinde pıtrak gibi çoğalması umut veriyor; pek çok ülkede, küçük bir yerleşim yeri de olsa büyük bir kentin bir mahallesi de olsa, insanlar yaşadıkları yerelde gıda üretilmesini desteklemek ve kendi yerellerindeki gıdayı tüketmek için çaba harcıyor. Bu alandaki en hoş örneklerden biri İngiltere’nin Todmorden kentinde, yaşlı bir kadının gül bahçesini sebze bahçesine dönüştürmesi ve bahçesinin duvarını yıkarak “Buyrun alın” yazan bir tabela koyması ile başlayıp çığ gibi büyüyen “Yenilebilir Bahçeler” akımı. Todmorden başta olmak üzere pek çok kentte vatandaşlar buldukları her boşluğu (okul bahçesi, karakolun önündeki otopark vs) sebze bahçesi yapmaya girişmişler, bunun için belediyelerin irili ufaklı arsa desteği de akıma ivme kazandırmış.
Gıda üretimine dair başka ilginç örnekler de var: ABD’nin Boston kentinde kendilerine “Kentsel Konserveciler Ligi” adını veren bir grup, kentteki yüzlerce meyve ağacının dökülüp çürümeye terk edildiğini fark ettiğinde, meyvelerini toplayarak konserve yapmaya girişmiş, zira bir kentteki ağaçlar o kentin sakinlerinin müşterek zenginliğidir.
Gıda egemenliği ve organik tarım alanındaki en büyük ölçekli örnek Küba’da hayata geçirilmiş; Küba, konvansiyonel tarımdan organik tarıma en hızlı geçişi gerçekleştiren ülke konumunda. “Çiftlik hakkı” politikası ile kent tarımcılarına tohum, gübre, zararlılarla biyolojik mücadele ve teknik danışmanlık gibi alanlarda sunulan desteğin yanı sıra, eğitim ve araştırma kurumları da işin içinde bilfiil yer aldı ve agro-ekoloji ülkenin hakim tarım paradigması haline geldi. Çiftçilerin ve diğer tedarikçilerin ürünlerini hak ettiği fiyat üzerinden satabilmesi için politikalar geliştirildi. Sonuçta bugün Küba’nın kentsel çiftlikleri, örneğin Havana gibi bir kentte tüketilen taze gıdanın yüzde 70’ini üretmektedir, 350 binden fazla kişi de bu alanda istihdam edilmektedir.
Daha küçük ölçekli ancak atıl yapı ve arazilerin kullanımında iyi bir örnek oluşturma potansiyeline sahip bir deneyim Yunanistan’dan: “Agros Özyönetim Çiftliği”, on yıl boyunca işlevsiz kalan eski Atina havalimanı arazisinin metruk bir bölümünde bir grup kent sakininin Belediyenin desteğini de arkalarına alarak kurdukları park ve tarımsal üretim alanının ismi. Bu deneyimde başarılan tek şey araziyi özel şirketlerin eline düşmekten kurtarmak olmadı; çiftlik sayesinde kent sakinlerinin yerel organik tarım yapma becerileri arttı ve gıda egemenliği konusunda bilinçlenme imkanı buldular.
Son derece yaratıcı bir örnek de İspanya’dan verelim. Sekiz ayrı bölgeden 30 belediyeyi bir araya getiren TERRAE’nin (Agroekolojik Rezerve Alanları Ağı) amacı biyoçeşitliliği ve özistihdam olanaklarını geliştirerek belediyeler, lokantalar veya diğer tüketiciler, arazi sahipleri ve işsiz insanlar arasında esnek taahhütler içeren anlaş- malar yapılmasına olanak sağlamak. Programa katılanlar öncelikle
50 saatlik bir ekolojik tarım eğitimi alıp Belediye tarafından tahsis edilen 50m2’lik bir bahçede bu bilgileri uygulamaya geçiyorlar. Herhangi bir satışa izin verilmeyen bu altı ayın sonunda devam etmek isteyenler “girişimci adayı” aşamasına geçerek 110-150 saatlik bir eğitim alıyorlar. Bu eğitim aynı zamanda TERRAE’nin denetiminde geçecek stajın da ilk yılı oluyor ve bu süre boyunca katılımcılar ayda yaklaşık 400€ kazanıyorlar. İkinci yıl katılımcı- lardan şahıs şirketlerini kurmaları isteniyor. Bu süreç program katılımcılarının adım adım yerel tarım alanına girerek, tüketicilerle yeni ilişkiler kurarak ve agroekolojik alanda birikimlerini arttırarak kendi işlerini kurmalarını mümkün kılıyor. Her bir katılımcıya bu aşamada 1000 m2 toprak veriliyor ve 2-12 ay süresince yerel bir restoran ya da esnafa mevsim sebzeleri tedarik etmesi yönünde sözleşmeler imzalanıyor. Halihazırda bu programda ve belediye arazileri üzerinde tarımsal faaliyete girişen 1400 katılımcı bulunuyor, 200 aday da beklemede.