Türkiye solunun Almanya macerası

Mithat Fabian Sözmen

“Masalarda adı olanlar gerçeğe dönüyor” dedi Ayşe Gül Yılgör onu takdim ederken. Sürgününün dördüncü yılındaki Mustafa Şener, adı ve ilhamıyla var olduğu Kültürhane’de ilk kez kanlı canlı dostlarının karşısındaydı. Barış için atılan imzalara karşı başlatılan ihraç dalgasının da dördüncü yıl dönümüydü.

“Bu suça ortak olmayacağız” dedikten sonra sözleşmesi yenilenmeyerek işten atılan, KHK ile kamu görevinden ihraç edilen ve pasaportuna tahdit konulan Şener’in, Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ndeki çalışma alanlarından biri Türkiye sol hareketiydi. Siyasi sürgün olarak gittiği Almanya’da ise benzer bir kaderi paylaştığı insanların politik serüvenini incelemeye koyuldu. Haliyle Umut Sohbetleri’nde bu ironinin sonucu olarak “Türkiye solunun Almanya macerası”nı anlattı.

***

Almanya’ya göçün iki farklı biçiminden bahsedilebilir. Biri işçi göçleri diğeri ise zorunlu göçler yani siyasi sürgünlük. Şener’in çalışma konusunu oluşturan sol gruplar içinde göçlerin geçmişi daha eski ama paradigmayı değiştiren şey Almanya’da bir Türkiyeli kitlesi oluşmasını sağlayan işçi göçleri.

Almanya’yı uzun süre zamanı gelince dönecekleri Türkiye’deki mücadeleye katkı sağlayabilecekleri bir üs olarak gören sol hareketler, zamanla bu konuda farklı görüşler geliştirdi. Bu görüşlerin kaynağı ideolojik olmakla birlikte hayatın gerçekleriydi.

Şener, ‘80’lerde başlayan bu tartışmayı şöyle aktardı: “Almanya’da yaşıyorlar ve artık dönmeyeceklerine karar vermişler. Peki nasıl siyaset yapılacak, sürekli Türkiye’yle dayanışma bir siyaset biçimi mi? ‘Biz artık Almanyalıyız. Siyaset yapacaksak Almanya’da yapalım. Bütün enerjimizi dönmeyeceğimiz Türkiye için harcamak manasız’ deniliyor. Kimi örgütler bu önerileri getirenleri Avrupacılıkla suçluyor.”

Şener, Almanya’da 1962’den itibaren kurulmaya başlayan işçi derneklerinin zamanla politikleştiğini ve İslamcı, milliyetçi, solcu olarak ayrıştığını, solcu derneklerin de 70’lerin ortasıyla birlikte farklı çatılarda toplandığını belirtti. Bu çatıların belli başlı olanlarını ATİF (kuruluş tarihi 1976), FİDEF (k.t. 1977) ve DİDF (k.t. 1980) olarak aktaran Şener, bunlar içinde DİDF’in bu tartışmada “ayrıcalıklı bir yeri olduğunu”, dünya emekçileri için mücadele ettiğini ilan eden bir yapı olarak, üyelerinin yaşadığı ülkeyi temel mücadele sahası olarak belirlediğini söyledi.

Proletarya enternasyonalizminin ilkeleri kadar artık geri dönmeyecek olmakla yüzleşmek de önemli bir faktör. DİDF, Almanya’daki örgütlenmesini Türkiye kökenli emekçilerle sınırlandırmıyor dolayısıyla bu, “dönüş”ün politik karşılığını değiştiriyor. Ancak yine de Şener’in vurguladığı gibi bu yapıların Türkiye’yle güçlü bağları var ve Türkiye’deki dengelerin onlar üzerinde etkileri oluyor. Tüm örgütler için değişmeyen bir şey var ki o da geçmişe oranla güç kaybettikleri gerçeği.

Şener’in son dönemdeki göç dalgasını değerlendirirken yaptığı saptama önemli: “Bu kesim için ‘kalacak mıyız dönecek miyiz’ sorusu politik değil bireysel bir soru.” Bu bireysellikle Almanya’daki Türkiyelilerin çoğunlukla Sosyal Demokrat Parti (SPD) ya da Yeşiller’de siyaset yapması arasında bir paralellik olduğu öne sürülebilir.

Alman toplumundaki sağcılaşmayı “ekonomik krizin çalışanlara yansıması” olarak özetleyen Şener bir vurguda daha bulundu: “Sadece kimlik politikasıyla, kültürel çoğulculukla meseleler çözülmüyor.” Bu, Şener’in çalışma alanını oluşturan politik hareketlerin sorumluluğunu artıran bir tespit ancak “toplantılarda gittikçe artan kır saçlılar”ın oranı gençler tarafından düşürülmedikçe bu kadim çelişkinin çözülemeyeceği de aşikar.

Kültürhane Menü/Dergi (Tüm Sayılar)

Related

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *