Burçak Görel
“Bir şey satacaksanız kitap satın, bir şey alacaksanız kitap alın. Hiçbir nimet onun kadar kıymetli olmamıştır.”
Hasan Âli Yücel
Sahaf; kelime anlamıyla az bulunur, değerli kitapları bilen, eski kitap alıp satan kimse ya da dükkân. Bu kelime insanın gözünün önüne duvarları yüzlerce kitapla kaplı büyülü bir mekânı, burnuna eski kitapların o kendine has kokusunu, içine ise tarifi güç bir merakı ve huzuru beraberinde getiriyor. Benim içinse tüm bunlara bir de bir soru ekleniyor. Bu insanlar bu kadar kitabı nereden buluyor? Mersin’de ‘sahaf’ denince aklımıza, içimize ne geliyorsa kapısından girene onu yaşatan bir mekandayız. Betik Sahaf’tayız. Mersin’in eski merkezi Çamlıbel Mahallesi’nde, portakal ağaçlarıyla bezeli bir sokakta, tam da mevkiinin ruhuna uygun yüksek tavanlı, üç odalı, duvarlarındaki binlerce kitapla insanı sonsuz bir seyre çıkaran, atmosferiyle sarıp sarmalayan bir mekân burası. Betik “yazılı olan her şey” anlamına geliyormuş. Bunu Mersin’in ilk ve tek sahafı, Betik Sahaf’ın sahibi Eren Kaplancık’tan öğreniyoruz. Kendisi her ne kadar tevazûdan “Sahaflık çok başka bir iş. Kadim dilleri bilmeyi, bir usta tarafından yetiştirilmeyi gerektirir. Ben yalnızca sahaflığa özeniyorum,” dese de 20 yılı aşkın meslek deneyimi, 10 bini aşkın kitaplık koleksiyonu, kitaplara, sahaflığa dair anlattıkları bu mütevazı sözlerini yalanlar nitelikte…
“Memur olmayacağımı o zamanlar anlamıştım,” diye anlatıyor Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuduğu, aynı zamanda sahaflarla tanıştığı öğrencilik yıllarını. Kütüphanesi olan bir evde büyümenin getirisiyle kitaplarla hep haşır neşir, hatırı sayılır bir koleksiyona sahip. “En çok da kitap almayı severdim,” diyor. Sahaflarla yolu küçük bir ekonomik kriz sebebiyle kesişiyor. Elinde avucunda ne kadar kitap varsa satıyor. Sonrası pişmanlık… Eli güçlenince Ankara’nın sahaflarından bir bir geri topluyor kitaplarını. Bu al-sat işi ona -onun deyimiyle- kitap esnaflığının yolunu açıyor. Bir kitap tezgahıyla Ankara’nın sokaklarında başladığı bu iş, aradan geçen yıllara, değişen şehirlere, denenen farklı işlere rağmen aklından çıkmıyor. “Ben bu işi kitap satmak için değil, kitap almak için yapıyorum. Bu işin özü kitabı, ona sahip olmayı sevmek. Kitaplar bana güç veriyor. Ömrümün sonuna kadar bu işi yapacağımı biliyorum,” diye anlattığı işini incelikle ve tutkuyla sürdürüyor. Betik Sahaf kimi zaman ucuz kitabın, kimi zamansa ‘meraklısının’ adresi.
Bu denli çeşide, sayıya ve kıymete sahip binlerce kitabın nereden bulunduğuna gelince… En büyük kaynağın ‘evladiyelik kitaplar’ olduğunu öğreniyoruz. Bu kitaplar yıllar yılı başka kütüphaneleri süslemiş, başka ellerde dolaşmış, kimisi imzalı, kimisi ise ilk baskı. Sahiplerinin bu dünyadan göçmesiyle geri kalan nesiller tarafından satılan, atılan kitaplar. Bazen mirasçılardan bizzat satın alınıyor, bazense kâğıt toplayıcı bir çocuğun arabasında sokak sokak dolaşıp ulaşıyor Betik Sahaf’a. Aklıma “Sahaflık, ölenlerin kitaplarını alıp, ölecek olanlara satma sanatıdır,” sözü geliyor. Bu hikâye ile binlerce kitapla kaplı yüksek duvarlar sanki canlanıyor, dile geliyor. Her birinin hikâyesine hikâye ekleniyor. İnsan dili döndüğünce anlatmak istiyor ancak maalesef Betik Sahaf için bu nafile bir çaba. En iyisi portakal ağaçlarıyla dolu o sokağa girmeli, o duvarları görmeli, o kokuyu içine çekmeli… Gözün gördükçe, kişinin hissettikçe anlayabileceği bir mekan Betik Sahaf.