Bediz YILMAZ
Corona virüsünün giderek artan bir şiddet ve korku dozuyla tüm dünyayı ve bizi etkisine aldığı bu günlerde, sevgili çiftçi abimiz Ali’nin mektubunu paylaşmak istiyorum.
“İLK MEKTUP.
Sevgili arkadaşlar, ülkemiz ve tüm insanlığın tüm dünyanın zor günler ve zor bir süreçten geçtiği bu zamanlarda eğer ki başınız sıkıştığında, nefes almak istediğinde SOT, Kuzey Adana, Mersin ÇİTTA grupları olarak sizlere ve tüm müşkülde kalan arkadaşlarımıza kapımız sonuna kadar açıktır. Evimiz yetersiz ise arazimiz yeterlidir. Şurda sıcak günlere ne kaldı ki hepinizi misafir ederiz. Kamp çadırları kurarız. Bölgemiz izole bir bölge sadece bir firma ve biz organik tarım yapıyoruz. Su ücretsiz. Sobada yakılan odun ücretsiz. Beraber çalışır eker dikeriz sebze ücretsiz. Kendi ihtiyacımızı karşılarız. Bu zor ve garabet günler geçene kadar her şeyi paylaşabiliriz.
Sevgi ve saygılar, Çiftçi Ali.”
Bu yazının konusunu kolektif eylemek olarak belirlemiştim ilk yazımın sonunda. Aklımda, kentlerdeki birbirinden uzak ve doğadan kopuk bireylerin doğaya ve doğal olana yakınlaşma çabalarında topluluk haline gelmesinin hem önemini hem de imkanlarını anlatan bir yazı vardı. Ama Ali abinin mektubunu okuyunca, benim belki de sayfalarca yazsam anlatamayacağım bir şeyi müthiş bir güzellikle aktardığını gördüm. Yaşadığımız zamanın gıdasal ve ekoloji krizlerine karşı çözüm herkesin kırsala yerleşmesinde değil, bu zaten mümkün olmadığı gibi herkesin arzu edeceği birşey de değil. Çözüm bağlar kurmakta: herkesin yaşadığı yerelde kendi küçük topluluklarını kurarak, o yerelin kırsalında temiz üretim yapan çiftçileri bulup onların ürünlerini alması, bu sayede o çiftçilerin yaşamasına destek olduğu gibi kendisinin de zehirsiz gıdaya ulaşmasında. Gıda toplulukları asla sadece gıda topluluğu değildir, zira her ne kadar amaç temiz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak olsa da, bu toplulukların ortaya çıkardığı etki gıda meselesini aşar. Aslında şöyle demek daha doğru olacak; gıda zaten asla sadece gıda değil. Gıdanın nasıl üretildiği, tüketiciye nasıl ulaştırıldığı ve kimler tarafından nasıl tüketildiği toplumların en temel meselesidir; bölüşüm, eşitsizlikler, olası dayanışma veya çatışmalar da hep buradan çıkmaz mı? Gıda toplulukları, kapitalist dünyanın tam göbeğinde başka bir dünyanın mümkün olduğunu usul usul gösteriyorlar. Bu düzende ayakta kalması mümkün olmayacak küçük çiftçiler bu sayede zehirsiz üretim yapabiliyor, devasa dağıtım ağlarından ve binlerce kilometre yollardan geçmeden gıdalar tüketiciye ulaşabiliyor, kentte yaşamasına rağmen insanlar daha tarladan bir kaç saat önce toplanmış bir ürünü sofrasına koyabiliyor… Bunu mümkün kılan da kırsalın ve kentselin arasında bağlar kurmak ve örgütlenmek. Ekoloji literatüründe buna “türeticilik” deniyor; yani tüketici iken bile üretim boyutunu gören gözeten bir konumda yer almak, her gıdaya eşit muamele yapmamak, üretim sürecine müdahil olmak, endüstriyel gıda sisteminin dişlileri arasına çomak sokmak.
Ali abi, Adana ve Mersin’de yıllardır yılmadan türeticilik yaparak bu ağları ören gıda topluluklarının üyelerini arazisine, orada birlikte yaşamaya ve birlikte üretmeye davet ediyor mektubunda. Onu yıllardır yalnız bırakmayan insanlara, yalnız değilsiniz diyor, bu arazi, bu dünya hepimizin evidir, hepimizi besler diyor. Ancak birlikte olduğumuzda gerçek bir çözüm üretebileceğimizin bilincine varmak zorundayız, ancak yalnız değilsek bize birşey olmaz çünkü.
Kültürhane kurulduğu günden beri Mersin’deki tek gıda topluluğu olan Çukurova İnsan Tohum Toprak Atölyeleri’ne (kısaca ÇİTTA) ev sahipliği yapıyor. ÇİTTA’nın haftalık toplantıları ve film gösterimi veya ekolojik sohbet gibi etkinlikleri burada gerçekleşiyor, zaman zaman ürün dağıtımları da burada oluyor.
ÇİTTA için: https://www.facebook.com/citta.cukurova/?ref=bookmarks
Farklı şehirlerdeki gıda toplulukları için: http://gidatopluluklari.org/
*Hüsnü Arkan, Yalnız Değiliz
Bir sonraki ay: Kolektif eylemeye devam…