Mersin’de Varlık Vergisi: Bedeli Ağır Adlar

Mithat Fabian Sözmen

Efendim sene 1942, aylardan Birinci Kanun yani Aralık. Varlık Vergisi listeleri asılmış, Salamon kahveye girmiş ve sormuş:

-Mişon sen ne verdin?

-10 bin 500 lira 20 kuruş.

-Kirkor sen ne verdin?

-20 bin 915 lira 30 kuruş.

-Yani sen ne verdin?

-29 bin 715 lira 40 kuruş!

-Ahmet Bey sen ne verdin?

-50 lira 10 kuruş!

Salamon ellerini havaya kaldırmış:

-Ey büyük Atatürk, sen ne güzel söylemişsin “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye!

***

Mustafa Cezar’ın aktardığı bu fıkra Beyoğlu’nda geçer ama 1942’de gayrimüslimlerin yaşadığı her kente uyarlanabilir. O şehirler içinde Mersin de vardır. Hatırlatmayı pek sevdiğimiz üzere kentimiz 20. yüzyılın başında çok etnili, çok kültürlü bir yerdi. O atmosferin nasıl kaybolduğundan bahsetmeyi pek tercih etmeyiz. Varlık Vergisi, bu hususta önemli bir dönemeçtir. 2. Dünya Savaşı’nın neden olduğu zorluklarla baş etmek, harp koşullarındaki yüksek kârlılığı vergilendirmek gibi gerekçelerle hayata geçirilmiş ancak fiiliyatta dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun dediği işlevi yerine getirmiştir: “Piyasamıza egemen olan yabancıları ortadan kaldırarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”

Saracoğlu’nun kastettiği “yabancılar” Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gayrimüslimlerdir. Bu yönüyle rejim, Cumhuriyet öncesinden başlayan sermayeyi Türkleştirme politikasını devam ettirmektedir. Nitekim son darbe 1955’te 6-7 Eylül olaylarıyla vurulacaktır.

Mersin, Varlık Vergisi’nin adalet, eşitlik ve verginin genelliği gibi prensiplerle tamamen ilgisiz biçimde gayrimüslimlere karşı nasıl bir silah olarak kullanıldığını gösteren örneklerdendir. Kentte gayrimüslimler nüfusun yüzde 1’ini oluşturmalarına rağmen Varlık Vergisi’nin yüzde 75’ini ödemiştir. Ödenecek miktar temel olarak, sermaye, haksız kazanç, gelir seviyesi gibi parametrelere değil etnik kökene göre belirlenmiştir. İkincil olarak miktarı belirleyen komisyonun üyeleriyle ilişkiler tayin edici olmuştur.

Öyle anlaşılıyor ki örneğin 12 bin liralık sermayesine karşılık 50 bin lira ödemesi istenen Süryani Bahaeddin Közberi gibilerin böyle ilişkileri yoktu. Kentte 25 bin liranın üzerinde vergiye tabi tutulan 31 kişiden 22’si gayrimüslimdir.

Varlık Vergisi mükelleflerine, borçlarını ödemeleri için bir ay süre tanınmıştı. Ödemeyenler çalışma kamplarına gönderildi, malları haczedildi. Bu bir ayda pazarlık şansı olmayan gayrimüslimlerin mallarını hızlı bir şekilde elden çıkarmak zorunda kalması “malların Türkleştirilmesi”nde muazzam etkili oldu.

Haksız şekilde zenginleşenlerden, evini barkını satıp yurduna veda edenlerden geriye ne kaldı derseniz İlyas Halil’in öyküleri dışında pek bir şey kalmadı. O öykülerden birinde Berber Dimitri ülkeyi terk ediyordu. Yazının sonunu ona bırakalım.

***

Veda saatinde oğlu Dimitri’ye sorar: 

-Nereye gidiyoruz?

-Bir daha Varlık Vergisi vermeyeceğimiz bir yere.

-Varlık Vergisi nedir?

-Adı Dimitri olanların vergisi.

“Yıl 943 idi. Ev ve bahçe elimizden çıkmıştı. Babamın adı yüzünden. ‘Baba’ dedim. ‘Baban Kosta sana başka bir ad takamaz mıydı?’ Dedemin babama neden bu kadar pahalı bir ad verdiğini bir türlü çözemedim.”

Sefer Tası sayımızın tamamını okumak için tıklayın.

Related

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *